CHP ile milli mutabakat mümkün mü?

Dışarıda pişirilen her Türkiye karşıtı propagandaya, iç dizaynını istenilen şekilde tamamlamış CHP, koşulsuz bir şekilde sahip çıkabiliyor. Fakat PYD’lilerin “Suriye’nin kuzeyinde bizi Türkiye’ye karşı nasıl yalnız bırakıyorsunuz” diye ABD’li askerler nezdinde taşladıkları Batı, yarın Kemal Kılıçdaroğlu ve arkadaşlarını da kaderine terk edecek.

Türkiye’nin son 17 yıldır içeride ve dışarıda müesses nizamla verdiği her mücadele birçok kişi ve kurumun makyajının dökülmesine, en çıplak haliyle deşifre olmasına sebep oldu. Barış Pınarı Harekatı bu mücadelenin şimdilik son halkası. Harekat, 17 yıldır ulusal ve küresel çapta verilen mücadelenin üzerine gelmesi ve boyutları itibariyle birçok bileşeni içinde bulundurması sebebiyle, deşifre olduğunu iddia ettiğimiz aktör ve kurumlara ilişkin bütüncül bir okuma yapmamıza imkan veriyor. Yine AK Parti hükümetleri ve çevrelerinin Gezi darbe girişimi sonrasında dış mihrak, üst akıl ve içerideki taşeronlarına yönelik işlediği tezlerin bugün ne ölçüde haklı çıktığını gösteriyor. Trump’ın Türkiye’ye daha önce ekonomik operasyon çektiklerine yönelik itirafı, PKK’lı ve FETÖ’cü hesapların sosyal medyada aynı kavram setiyle Barış Pınarı Harekatı’na yönelik manipülatif söylem ve algı operasyonları, her vesileyle Atatürk’ün partisi olduğunu söyleyen CHP’li aktörlerin, bu kadar az kayıpla bu denli büyük sonuç alınan bir operasyonda bile Türkiye’yi terör örgütlerine yardım etmekle itham eden ve PKK’yı görmezden gelen tavrı, bu haklı tezleri somutlaştıran unsurlardan bazıları. 

Kırılgan siyasi yapı hedefi 

Bugün Türk siyasetinin son 10 yılına dönük bir okuma yaptığımızda, ‘Baykal kasedi’nin sıradan bir siyasi operasyon, Gezi eylemlerinin ağaç hassasiyetiyle organize edilmiş bir çevre eylemi, 17-25 Aralık operasyonlarının bir yolsuzluk davası olmadığını daha iyi anlıyoruz. En nihayetinde 15 Temmuz Darbe girişimi de dahil bu operasyonların tamamı bugün Türkiye, Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı harekatlarını yapamasın, içeride kırılgan siyasi bir yapı oluşsun diye gerçekleştirilmişti. Bu kırılgan siyasi yapı tasavvuruyla hedeflenen, Suriye’nin kuzeyinde oluşturulacak terör koridoruna ve ülkemize olan coğrafi, idari, sosyal ve ekonomik maliyetlerine direnç gösterilememesiydi. Bu dirence karşı başlatılan çok kapsamlı operasyon her ne kadar 2013 itibariyle görünür olsa da, aslında Kemal Kılıçdaroğlu’nun genel başkan olma hikayesine kadar uzanıyor.  Zira 2009’da “One minute” çıkışıyla Türkiye için kendisine biçilen rolü reddetmesi yetmezmiş gibi küresel düzendeki haksızlıklara da başkaldıran Erdoğan ve partisi, artık bertaraf edilmesi gereken aktörler haline gelmişti. Bu yüzden Erdoğan, Batı’da medya aracılığıyla şeytanlaştırılıyor, ülkemizin milli egemenlik ve bağımsızlığı doğrultusunda yaptığı her çıkış, uzlaşmaz, maceracı, tehlikeli ve diktatoryal olarak resmediliyordu. Elbette bir ülkeye ve liderine yönelik bu tarz bir şeytanlaştırma projesinin uluslararası medyanın algı çalışmalarıyla başarıya ulaşması tek başına mümkün değil. Sizin algı çalışmalarınıza içeriden malzeme taşıyan ‘meşru kurum ve aktörler’ olacak ki, meselenin sürdürülebilirliği ve işlediğiniz tezlerin altlığı oluşabilsin. FETÖ ve PKK terör örgütleri her ne kadar dış mihrak diye tabir edilen mekanizmanın içerideki taşeronları olup, Batı ülkelerinde güçlü lobilere, Türkiye’de de belli çapta etki alanına sahip olmuş olsa da, milletimiz nezdinde de marjinal suç örgütleri olması sebebiyle oluşturulacak bir kamuoyu algısı için yeterli derecede kullanışlı değillerdi. Bu yüzden daha legalize ve görece daha merkezde yer alan tüzel kişiliklere ihtiyaç duyuldu. Demokrasilerde bu kurumlar öncelikli olarak siyasi partilerdir. Zira sahneye konulacak siyasi senaryonun toplumsal zeminde karşılık bulmasının en kestirme yolu belli bir tabanı olan siyasi partilerden geçer. İşte tam da bu noktada, Baykal kaseti sonrasında Genel Başkanlık koltuğuna getirilen Kemal Kılıçdaroğlu ile yeniden dizayn edilen CHP, oldukça kullanışlı bir işlev gördü geçtiğimiz 10 yıllık süre zarfında. Terör örgütlerinin argümanlarının, hatta siyasi uzantılarının meşrulaşması ve onlara yönelik en liberal demokrat tepkinin bile otoriter bir refleks olarak sunulmasında epey mücadele verdi Kılıçdaroğlu ve CHP’si. CHP’nin hitap ettiği sosyolojik kesim de ‘Erdoğan karşıtlığı’ adı altında verilen bu mücadeleye destek vermeye hazırdı. CHP’li yöneticiler ne seçimle ne darbeyle bir türlü yerinden edilemeyen Erdoğan’ı kendi tabanlarında çoktan nefret objesi haline getirmişlerdi. 

CHP tabanının kazanmaya duyduğu özlem, irili ufaklı her sorunun sorumlusu gördüğü Erdoğan’ı yerinden etme gayesi, Erdoğan’a yönelik irrasyonel de olsa çoğu siyasi söylemi satın almalarına yol açtı. Kimisi bu durumu gerçekten içine sindirdi, kimisi Erdoğan’a kaybettirme yolunda pragmatik ve geçici bir taviz olarak gördü. Kılıçdaroğlu ve CHP’si de biraz bunun rahatlığıyla uluslararası arenada Türkiye’nin köşeye sıkıştırılması, kendi çıkarlarını daha güçlü bir şekilde savunamaması için kullanılan tüm silahlara adeta mühimmat taşıdı. Bu nedenle FETÖ’nün, 2009 yılında MHP ve CHP’nin yeniden dizaynına yönelik başlattığı bir dizi kaset operasyonuna bu gözle bakmak gerekir. O kaset operasyonlarına teslim olmayan MHP’nin uhdesinden süreç içinde HDP’ye kritik zamanlarda nefes veren bir parti çıktı. Bu parti bir siyasi mühendislik hesabı sonucu hitap ettiği toplumsal kesimin dayattığı zorundalıklara rağmen milli mutabakat gerektiren meselelerde bile ancak ‘ama’lı bir tutum sergileyebiliyor. Çünkü kendisine çizilen sınırlar ancak bu kadarına müsaade ediyor. CHP ise eski Genel Başkan Yardımcıları Yılmaz Ateş’in de itiraf ettiği gibi zaten o kaset operasyonuyla teslim alınmıştı. MİT Krizi, dershanelerin kapatılması, Gezi eylemleri, 17-25 Aralık darbe girişimi, MİT Tırlarının durdurulması hadisesi, 6-8 Ekim olayları, Hendek siyaseti, Savcı Selim Kiraz’ın şehit edilmesi, FETÖ medyasına operasyon, 15 Temmuz darbe girişimi, Zarrab Davası ve nihayetinde son dört yıldır gerçekleştirilen terörle mücadele operasyonlarının tamamında CHP, FETÖ, PKK ve ülkemize uluslararası baskıda bulunan mihraklarla aynı safta yer aldı. (Bu birlikteliği 2009-2018 arasında gerçekleşen olaylar ve öne çıkan aktörlerin söylem ve eylemleri bazında ele aldığım Yönünü Şaşıran Ok-FETÖ, Kılıçdaroğlu ve Arkadaşları isimli kitap da kapsamlı olarak yazdım.) 

‘Kafamda soru işaretleri’

Barış Pınarı Harekatı’nın haklılığı etrafında oluşan muazzam toplumsal desteğe rağmen Türkiye’de “iktidarı hedefleyen ana muhalefet partisi” nasıl bu kadar marjinalize olup terör örgütleriyle yan yana durur diye şaşıranlar bu yüzden hiç şaşırmasınlar. Doğu Akdeniz’de uluslararası hukuka uygun olarak enerji aradığımız bir dönemde İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer’in “Kıbrıs’ın jeopolitik önemini falan bir kenara koyup, adayı Kıbrıslılara bırakmak lazım” çıkışı, terör örgütleriyle iltisaklı hareket eden belediyelere kayyum atandığında soluğu Diyarbakır’da alan ancak Barış Pınarı Harekatı söz konusu olduğunda “Kafamda soru işaretleri var” diyerek meseleyi geçiştiren İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tavrı, “Sınırımızda başkası olacağına PYD olsun” diyen CHP Genel Başkan Yardımcısı Muharrem Erkek, “PYD terör örgütü değildir” diyen CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, CHP PM üyeleri Erdal Aksünger ve Selin Sayek Böke, Barış Pınarı Harekatı’nı ve Suriyeli mülteciler için oluşturulacak güvenli bölgeyi ‘TOKİ harekatı’ diyerek alaya alan Mehmet Bekaroğlu, “Yeni bir savaş dalgasıyla karşı karşıyayız. Kimin toprağında kime güvenli bölge oluşturacaksınız” diyen Sezgin Tanrıkulu ve daha niceleri bu cümleleri bir akıl tutulması neticesinde söylemiyorlar. Zaten kaset operasyonuyla murad edilen CHP tam da böyle bir CHP. Bu tarz bir CHP’ye itiraz eden Birgül Ayman Güler, Mehmet Sevigen, Hakkı Süha Okay, Kemal Anadol, Emine Ülker Tarhan gibi dededen CHP’liler bile 2010 sonrası zaten kademe kademe tasfiye edildi. O yüzden dışarıda pişirilen her Türkiye karşıtı propagandaya, iç dizaynını istenilen şekilde tamamlamış CHP, koşulsuz bir şekilde sahip çıkabiliyor. 15 Temmuz 2016’dan sonra bile bir TV kanalında, FETÖ’cü Samanyolu TV’nin kapatılmasını eleştiren ve teröristbaşı Fetullah Gülen’in kitaplarının toplatılmasını antidemokratik bir tavır olarak yorumlayan Kılıçdaroğlu, bunu istihdam edilişinin bir gereği olarak yerine getiriyor. 

Ancak artık deniz bitti. Türkiye’nin 2013’ten bugüne içeride ve dışarıda müesses nizama karşı kazandığı her zafer, onların taşeronlarının ve paydaşlarının aşama aşama deşifre olmasına yaradı. Artık mevcut halleriyle onlar da kullanışlı değiller. Parçası oldukları oyun bozuldu. Bu oyuna para yatıran, lobi ve medya desteği veren sponsorlar hedeflerinin gerçekleşmemesi, istihdam ettikleri taşeronların sonuç alamamasından dolayı oldukça öfkeliler. Kaybetmişliğin ilk paniğiyle ezberden hareket edip Erdoğan’a ve Türkiye’ye saldırmaya devam ettiler. Ancak sonuçlar kendini göstermeye başladıkça Türkiye’de sponsor oldukları kurum ve figürlere dönecekler. PKK’yı yüzüstü bırakarak bunun ilk halkasını gerçekleştiriyorlar. “Suriye’nin kuzeyinde bizi Türkiye’ye karşı nasıl yalnız bırakıyorsunuz” diye ABD’li askerler nezdinde taşladıkları Batı, yarın Kemal Kılıçdaroğlu ve arkadaşlarını da kaderine terk edecek. Barış Pınarı Harekatı’na kadar kabaca özetlemeye çalıştığım bu süreç umarım muhalefete milletten başka ittifak ve referans kabul etmeyen siyasal bir dönüşüm  geçirmesinde ibretlik bir ders olur. 

Not: Bu yazı 27 Ekim 2019 tarihinde Star Açık Görüş’te yayınlanmıştır.https://www.star.com.tr/acik-gorus/chp-ile-milli-mutabakat-mumkun-mu-haber-1489635/