Mayıs 2023 seçimleri ve yüzde 50+1 seçim sistemi
Parlamenter sistemde iktidarın koalisyon ortağı olarak yıpranması ve oyunu, HDP ve 6’lı Masa ile sınanmamış İYİ Parti’ye kaptırma ihtimali yüksek olan MHP, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nde tam tersine iktidar ortağı olarak yaptığı fedakarlıkla ödüllendirilmiştir.
Hem sayısal hem de oy verme davranışı açısından Mayıs 2023 seçim sürecinin bütününe bakıldığında, yüzde 50+1 seçim sisteminin ve cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin hem demokratik hem de siyasal istikrar açısından çok kıymet arz ettiği görülmüştür. Parlamentoya giren partilerin oylarına ve parlamenter sayılarına bakıldığında -parlamenter sisteme göre- tek başına bir iktidar çıkmadığı halde hem yürütmede hem yasamada siyasal istikrarın sağlanması doğrudan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi (CHS) ve yüzde 50+1 seçim sisteminin getirdiği siyasal ilişki biçimi ve oy verme davranışı ile ilişkilidir.
HDP bu sistemde anahtar parti mi oldu?
HDP kendini yeni sistemin anahtar partisi olarak konumlandırıyordu. Hatta İYİ Partili ve CHP’li aktörler, HDP ile olan birlikteliklerini yeni sistemin kaçınılmaz sonucu olarak lanse ediyor, kendilerine yönelik eleştirileri bu şekilde meşrulaştırma yoluna gidiyorlardı. Hâlbuki seçmen HDP’yi ne meclis ne de cumhurbaşkanlığı seçimlerinde anahtar parti yapmıştır. İlla anahtar aranıyorsa bu daha çok MHP ve milliyetçi oylar olmuştur. Hem yasama hem de yürütme açısından durum budur. Peki neden? Başta söylediğimiz üzere HDP’nin anahtar parti olduğu veya olacağı tezi parlamenter sistem ezberiyle, seçmenin CHS’deki oy verme davranışını ıskalayan bir bakış açısıyla dile getirilmiştir. Parlamenter sistemde farklı sosyal ve siyasal kesimler matematik olarak kategorize edilir ve elde ettikleri vekil sayısı da yine matematik olarak toplanır ve hükümet kurulur. Zira seçim öncesi her parti müstakil olarak kendi tabanlarına hitap ettiğinden bu sayısal kategorizasyon tabiidir. Seçim sonrası da seçimde elde edilen sayısal değerlerin toplanmasından yürütme ortaya çıkar. Ancak CHS’de seçmen, partileri sadece müstakil olarak değil, bağlı bulunduğu birliktelik içindeki manası ile de ele alır. HDP, anahtar parti olacağı varsayımı ve CHP’nin karşısındaki edilgen tutumunun da getirdiği şımarıklıkla en maksimalist taleplerini Millet İttifakı’na dayatmıştır. Millet İttifakı’ndaki tüm partiler, HDP’nin bu talepleri ile sınanmıştır. İktidarın küresel krizler üzerinden yoğun bir imtihan sürecinden geçtiği, 20 yıllık doğal yıpranmışlığın götürüleri ile uğraştığı bir ortamda, 6+1’li ittifakı oluşturan partiler, bırakın oy artırmayı, ideolojik seçmenleri nezdinde bile sorgulanmıştır. MHP ise HDP’nin tam tersi hareket etmiştir. Kimlik siyasetini marjinalize etmemiş, daha büyük ve ana akım bir partiyle kurduğu birlikteliğin sorumluluğu ile hareket etmiştir. “Şu kadar oyum var, şu kadar bakanlık isterim, şunu yapmazsanız hesap sorarız” gibi bir saikle hareket etmemiş, vatandaştan karşılığını sandıkta almıştır. Bu sistemde herkesin oyları hitap ettiği sosyoloji ve ideolojik kesimle sabit değildir. Birlikteliğin yaslandığı sosyolojinin toplamı ve üretilen siyasal vizyonun nasıl parçası olduğun daha önemlidir ve oyunu bu belirler.
Partilerin siyasal kimlikleri bu sistemle beraber anlamsız hale mi geldi, seçimi almak için sadece matematiksel bir araya geliş yeterli mi?
Millet İttifakı’nın bileşenleri, parlamenter sistemde olduğu gibi seçimlere ayrı ayrı girse, HDP veya birbirleri ile olan bir araya gelmenin sıkıntılarını yaşamayacak, salt popülizm ve kimlik siyasetiyle vizyoner bir politika üretmeden daha çok oy alabilecekti. Seçmen, Millet İttifakı ve HDP’nin bir araya gelince nasıl bir birliktelik ortaya koyacağının simülasyonunu göremeyecekti. Bu da Mayıs 2023 seçimlerinde çok başka bir sonucu beraberinde getirebilirdi. Ancak CHS’nin getirdiği sistemde seçim öncesi mukayese imkanı doğduğundan seçmen salt krizler üzerinden manipüle olmuyor, çözüm mekanizmalarını kıyas etme imkanı elde ediyor. Bu da oy verme davranışını etkileyen bir başka faktör. Organik ittifaklar inorganik ittifaklar karşısında seçilme çıtasından dolayı daha avantajlı hale geliyor. İnorganik ittifaklar CHS ve yüzde 50+1 seçim sisteminde ancak bir dönem tepkisel olarak iktidara gelebilir, istikrarlı bir biçimde yönetimde kalma imkanı elde edemezler ve yapay olan birliktelik ilk başarısızlıkta dağılır.
Yüzde 50+1 seçim sistemi ve CHS’yi eleştirenler hala parlamenter sistem ezberleri ile hareket etmektedirler. Eleştirilerin temelinde parlamenter sistemdeki siyasal ilişki biçimi (seçmen-seçilen ve partiler arası) ve oy verme davranışı vardır. Hal böyle olunca haklı bir sitem varmış gibi bir durum ortaya çıkmaktadır ancak işin aslı tamamen farklıdır. Her şeyden önce 2018 ve 2023 seçimlerinde sandıktan tek başına iktidar sağlayacak bir meclis aritmetiği çıkmamıştır. CHS’yi eleştirenler bunu problem etmemekte her koşulda MHP yanımızda olmak durumundaymış gibi düşünmektedir. Halbuki parlamenter sistemde uzun vadeli birliktelikler olmaz. Bir dahaki seçimde farklı bir meclis aritmetiğinin çıkması yüksek olasılıktır ve partiler CHS’de olduğu gibi seçim öncesinden seçmen önünde sözleşen bir birliktelik yerine seçim sonrasını bekleyip gören bir anlayışı tercih ederler. Parlamenter sistemde iktidar ortaklığı yıpratıcıdır. İktidar ortağı olsalar bile pandemi, küresel enflasyonist ortam ve döviz kuru saldırısının olası siyasi sonuçlarını paylaşmak istemeyebilirler. Zira parlamenter sistemde, CHS’de olduğu gibi birlikteliğin kendisinin önemi yoktur. Partinin müstakil varlığı daha önemlidir. Özellikle kimlik siyaseti yapan partiler muhalefette daha avantajlıdır. Muhalif milliyetçi seçmenin getireceği ekstra oyu kimse iktidarla ilkesel olarak kurulacak uzun vadeli birlikteliğe feda etmez. Bir sonraki seçimde aynı potada erimek istemez. İlk krizde varlığını korumak adına müstakil hareket edebilir. Zira bir sonraki seçimde beraber oylanma durumu olmayacaktır.
Ancak CHS’de durum farklıdır. Bir önceki sayfadaki tespiti tam da burada tekrarlamak mümkündür: Partilerin oyları hitap ettiği sosyoloji ve ideolojik kesimle sabit değildir. Birlikteliğin yaslandığı sosyolojinin toplamı ve üretilen siyasal vizyonun nasıl parçası olduğun daha önemlidir ve oyunu bu belirler. Parlamenter sistemde iktidarın koalisyon ortağı olarak yıpranması ve oyunu HDP ve 6’lı masa ile sınanmamış İYİ Parti’ye kaptırma ihtimali yüksek olan MHP, CHS’de tam tersine iktidar ortağı olarak yaptığı fedakarlıkla ödüllendirilmiştir. MHP de bu durumu iyi kavramış gözükmektedir.
Küçük partiler bu sistemde gerçekten çok mu önemli hale geldi?
Hangi sistem olursa olsun siyasi partilerin bir ederi söz konusudur. Ancak “CHS ile çok önemli hale geldiler” tezi bu seçimle hatta 2018 seçim sonuçları itibariyle çökmüştür. CHP’nin yine sistemi yanlış okumasından kaynaklı olarak bu küçük partilere verdiği taviz sistemin bir gereğiymiş gibi algılandı ancak hakikat başkaydı. Saadet Partisi inorganik bir ittifak olan 6’lı masada anlamını kaybetti ve tüm oylarını YRP’ye kaptırdı. Gelecek ve DEVA Partilerinin ne sayısal ne de ideolojik özgül ağırlıkları söz konusu oldu; üstelik 6’lı masa bileşeni olup ciddi bir medya desteği görmelerine rağmen. Bu partiler bırakın iktidara giden yolda oy oranı olarak belirleyici olmayı, tek başına kendi logolarıyla seçime bile giremediler. Bu partilerin kendi içindeki kıyası da HDP ve MHP arasındaki kıyasa benzerlik gösteriyor. Gelecek ve DEVA Partileri -geçmişleri baz alındığında- hem siyasal kimlikleri, hem yaslandıkları sosyoloji hem de ideolojileri açısından benzerlik ve uyum göstermeyen bir ittifakın içinde hem yok oldular hem de CHP ve İYİ Parti’yi yıprattılar. “Bizim imzamız olmazsa kriz çıkar” şımarıklıkları genel olarak ittifak adayının toplam oyunu da olumsuz etkiledi. Cumhur İttifakı’ndaki görece küçük partiler diyebileceğimiz partiler ise ana akım partiyle uyumlu bir siyaset izlediler. Zaten sosyolojik benzerlik söz konusuydu. DSP gibi görece daha farklı bir sosyolojiye hitap eden ve farklı ideolojiden gelen partiler ise kendilerini ederinden fazla bir pazarlık unsuru olarak dayatmadılar. Cumhur İttifakı’nın makro politikaları ile uyumlu bir görüntü sergilediler. Aksi olsaydı hem ana akım olan parti hem kendileri yıpranacaktı. Böyle bir durumda ittifak etmemek daha bile fazla oy getirebilir. Zira bu sistemde 2+2=3 de olabilir 4’de. Bu birlikteliğin sergilediği uyum, organiklik ve performansla ilgili. Seçmenin oy verme davranışını da bu etkiliyor.
Bir başka tuhaf yaklaşım da bu sistemin siyasi partilerin kimlik ve ideolojilerini öldürdüğü yaklaşımıdır. Bu durum, AK Parti ve Recep Tayyip Erdoğan ile tek başına iktidara alışmış olmanın yanılgısıdır. Halbuki siyasette her zaman uzlaşma ve geniş kesimleri ikna etmek zaruridir. Parlamenter sistemde kimlik ve ideolojilerin öne çıktığı ortamda da seçim sonrası partiler milletin istemediği koalisyonlara mecbur kalıyor, yıpranıyor ve o partilerin uzun yaşama imkanı da kalmıyordu. Şimdi hiç değilse, milletin takdirine göre şekillenen ve uyumu pazarlıktan ziyade kamuoyu desteğine göre getiren bir sistem söz konusu. Kılıçdaroğlu’nun kendi adaylığını garantilemek adına masayı mühendislikle kurup kendi seçmen kitlelerine yaptığı emrivakinin aldığı sonuç ortada. Parlamenter sistemde benzer ideolojide olan partilerin koalisyonda yan yana gözükmek istemediklerini, bu durumun onları erittiklerini bu yüzden zıt ideolojide olan partilerin koalisyonda daha istekli oldukları unutulmamalıdır. CHP ile MSP, DSP ile MHP, Anavatan ile DSP, DYP ile SHP bir araya gelince, Güneş Motel’e sebep olan skandallar olunca, üstelik bunlar bakanlık pazarlığı ile olunca siyasal kimlik ölmüyor ama CHS’de makul düzeyde bir araya gelen Cumhur İttifakı siyasal kimliği öldürüyor.
Basit çoğunluk veya yüzde 40+1 ile hükümet kurulabilir mi?
Yüzde 50+1’i eleştirenlerin önce karar vermesi gereken şudur: Hükümet nasıl kurulacaktır? Şunu bilmek için zannımca siyaset bilmeye gerek yoktur: Eğer diktatörlük veya krallık değilseniz siyasetiniz ya iki parçalı ya da çok parçalı olacaktır. Recep Tayyip Erdoğan gibi tarihi bir şahsiyetin olmadığı bir vasatta siyaset nasıl ayakta kalacak, siyasal istikrar nasıl sağlanacaktır? Organik ittifak veya birlikteliklerin yaslandığı sosyolojinin doğal olarak iktidarı belirlediği iki parçalı sistem mi, yoksa popülizm ve kimlik siyasetiyle seçmenin manipüle edilebildiği çok parçalı sistem mi? “Yüzde 50+1’i başımıza bela ettiler, Tayyip Erdoğan dışında kimse bu oyu alamaz” diyenlerin atladığı tam olarak budur. Recep Tayyip Erdoğan her sistemde bu oyu alır. Ancak vasata oyu, birlikteliğin organikliği, mutabık kalınan vizyonun niteliği ve sistem kazandırır. Seçmen AK Parti’yi yüzde 7 puan düşürdüğü halde genel başkanını tek başına iktidar yapmıştır. Seçmen, iktidarın en büyük bileşeni olan AK Parti’yi çeşitli şikayetleri üzerinden yüzde 7 gibi bir oy düşüşü ile cezalandırırken siyasal krize sebebiyet vermeyecek denklem kurma imkanını bu sistemin demokratik esnekliği sayesinde bulmuştur. AK Parti’den yana şikayetleri vardır ve mesajını vermiştir ancak AK Parti’nin liderini hala Türkiye lideri olarak görmekte ve çözüm için birincil adres olarak onu konumlandırmaktadır.
Diğer husus da şudur. “Yüzde 50+1 çıtası düşünce her parti ayrı ayrı yarışa girecek doğal olarak en geniş kitleye hitap eden AK Parti hep iktidar olacak” varsayımıdır. “Seçilme şartını yüzde 40’a bağlarsak her parti ayrı ayrı seçime girer biz de doğal olarak hep 1. oluruz” varsayımı toz pembe bir iyi niyetten ibarettir. Hükümetin seçim sonrası meclis aritmetiği ile kurulmadığı, sağlanılan oy oranı ile sandıkta kurulduğu her sistemde partiler veya seçmen kitleleri iktidarı almak için birliktelik arayışına girerler. Bunun için illa ittifak yasasına ihtiyaç da yoktur. Recep Tayyip Erdoğan’ın şahsi reytingi yüzde 50’dir. Peki, Erdoğan sonrası iyi bir liderin bile açık uçlu bir soruda şahsi reytingi ortalama ne olacaktır? 25-30 bandı gibi son derece iyimser bir reytingi olan liderle seçime girsek bile yüzde 40’ta kaybetme ihtimali yüksektir. Basit çoğunlukta ise Sayın Erdoğan sonrası Türk siyasetinde 3-4 blok oluşma ihtimali bile söz konusu olabilir.
2 turlu seçimin seçmen lehine sağladığı avantajı da es geçmemek gerekir. Parlamentoyu Cumhur ittifakına vermiş bir millet, Sayın Erdoğan ile Kılıçdaroğlu yakın oy alsaydı bile 2. turda bunu uyumlu hale getirme şansını elde edecekti. Basit çoğunluk veya yüzde 40+1 seçim sistemi olsaydı ve yine yüzde 49,5 ile bu seçim bitseydi, muhalefet “ülkenin yarısı seni istemiyor” propagandasına başlayacaktı. Bu sistem meşruiyet krizini de bitiriyor. Cumhurbaşkanında olan geniş yetkilere temsiliyet imkanı doğuruyor. Diğer taraftan bir sonraki seçimde yüzde 50+1 çıtası ile sınanacağından makulün dışına çıkması denetim altına alınıyor. Bunu bu çıtanın altında sağlamak mümkün müdür?
Türkiye’nin tartışması gereken yüzde 50+1 seçim sistemi değil, yasama seçimleri için nispi seçim sistemi olmalıdır. Seçim çevrelerinin daraltılması siyasal istikrarın her anlamda temini için tamamlayıcı unsurdur.